21 Nisan 2018 Cumartesi

Hello, it’s me...

Aslında seni tanıdığını sanan bir çok kişi eminim ki tanımıyordur. 
Yıllardır tanıdığını söylersin toplasan çok az görüşmüşsündür. Ya da hiç gerçekten içine bakamamışsındır. Ya da merhaba, merhaba, internetten, uzaktan, televizyondan…
Belki o kadar zamandır yakından da tanırmış gibisindir, hiç gözlerine en derinden bakamamışsındır. Belki zor zamanında, çok mutlu bir anında, utandığında, söylemek istediklerini içinde tuttuğunda nedenlerini bilemezsin. 
Bir insanı tanımak için ne yeterli olur? Sürekli sabit kalmayan bir şeyi ne kadar tanıyabiliriz? Yıllar, yıllar, kediyi öldüren cinsten bir merak ve ilgi gerekmez mi?

“Her şeyini biliyorum” dedi birisi bana. Öyle mi? 
Ben her şeyimi kendim bile bildiğimden emin değilim, öyle diyeyim. 
Google mı? Her şeyi bildiğini sanmayın. Çoğu uydurmasyon. 
Ayrıca insan kendini bu kadar tanımak için mesai harcamalıyken, neden bir başkasına bu kadar kafa yorsun? Her şeyin cevabı insanın kendisindeyken, neden uzaklarda başkalarının patikasını izlesin?

Bırakın herkes olduğu gibi kalsın. Olduğu gibi değişsin. 
Bırakın herkes kendi patikasında yolunu bulmaya çalışırken, yanlış yan yollara, kestirmelere girsin ya da kulağını uzun yoldan tutsun. 
Bize ne?! Herkes inanın kendi hayatının zorlu sınavlarını veriyor. Herkes bir mücadele veriyor eninde sonunda. Ve bu patikadaki kendi deneyimlerini yargılamak bize düşmez. Herkes önce kendisinden başlamalı. Önce içeriyi aydınlatarak dışarı açılmalı.
Önce kendisini sevip, merhametle, dışarı sevgi ve merhametli bir el uzatmalı.
Read More

22 Mart 2018 Perşembe

Second chance is a luxury.

"Second chance is a luxury.”


Hayatta bazı şeyler sadece bir kere. AN, bir kere. Şu an, yalnızca şimdide yaşanıyor. Performanslar yalnızca bir kere, hatalar yalnızca bir şansla yaşanıyor. Seçmeler, sınavlar, ilk görüşler, ilkler ve en önemlisi de sonlar…

Aslında ilk ve son var oluyor tek şanslarımız. An büyük, başka büyük yok. 

An büyük, anı yöneten etkenlerle birlikte… Biz bir piyon olmayı seçmedikçe, anı yönetebildiğimizde tüm şanslar bizim için atıyor bir kalp gibi. Yıldızların şamaroğlanıyız neticede. Bazı şeyleri biz denetleyemiyoruz ama anda, yönetimde kalmayı, tek şanslarımızın sonunculuğunu başarıyla kutlamayı bilmeliyiz. 


Belki bir cesaret, belki bir "hayatımda asla yapmam ben bunu" eylemi, belki bir istisna, belki bir dilek, belki bir dua; unutmayın ki bir kere olabilir. İlk sadece bir kez. Son gibi. Ve bugün de bir çok ilk son olarak söndü, bir kayan yıldız gibi düştü, ayakları yere indiren, çeneyi yukarı, göğsü dışarı iten bir ivme oldu. 


İkinci şanslar lükstür. Yoktur aslında. Biz yoktan var ederiz aslında onları.  Aslında her şey ilkinde sonlanmıştır, bu döngü hep varolur. Her şey ilktir. 

İkinci şanslar da ilktir ve kusuruma bakmayın da hakkımız mıdır değil midir, duruma göre değişir. Bazen kendime sert olmayayım, deneyeyimlerdir…. 

Bazen yüzsüzlükler… Bazen başarmaya giden dilimlerdir… Bazen kaybetmeye giden dilimler… Bazen gururumu bir kenara koyayımlardır. 

Bazen aşk her şeyden büyüktür demektir. Her ne ise bu şanslar, o şanslar hep vardır. İkinci şans aslında yoktur. Her şey bir ilktir. Her şey an içinde sondur. 

Ve ne yazık ki ve iyi ki bazı sonlar sonsuzdur. Mutlu ya da mutsuz... 


Read More

16 Mart 2018 Cuma

Nefret yok

*Birini ya seversin umrundadır her şeyiyle 

*ya sevmezsin ve umrunda değildir, 

*ya da nefret edersin ama çok da umrunda değildir aman benden uzak olsun dersin, 

*çok sevdiğin halde seni çok üzdüğü için nefret edersin ama gerçek bir nefret değildir bu hemen geçer ya da sadece kızgınlık diyelim çünkü ah keşke özür dilese diye içinden dua edersin. 


Tamam bunları anlıyorum ama *nefret edip çok önem vermek buna mesai harcamak nedir onu anlayamıyorum. Hazmedilmemiş şeylerin, nefret edilen kişiden bağımsızca nefret eden kişiye zarar vermesi gerek böyle bir şey için. 


Yani efendime söyleyeyim kısacası; hater olmak nedir abi, işi gücü yok mu insanların da kişiliksizce sahte hesap alıp  0 followers ile söylemeye cesaret bulamadıklarını kusuyor? Sıkıyorsa kendi adınla yaz, klavyeyle değil yüzüne söyle insanların, olmaz mı? 

Bu arada; böyle bir sorunum yok. Gülüp geçtiğim nadir mesajlar oluyor ama o da olmasa olmazdı. 


Bir de büyük bir sorun “I hate that I love you” sendromu diye adlandırdığım sevdiği için kendine kızıp kişiyi boklama girişimi var. Kişiyi gözünde küçültmek ve kendini soğutmak için her şeyi yapar, ama o kadar bağımlıdır ki ona, kopamadığı için kendine kızar. Belki boklarken kendini bir an için iyi hisseder. Bu kendini aldatışıdır. Neden bu kadar sevdiğini bilemez bile. Güzellikleri gördüğüne kızar. Başkalarında onu görmeyi sever ve sevmez. Onu küçültüp, kendini büyük hissetmek ister. Bunu istemek için bir şekilde kendini küçük hissetmiş olması gerekir herhalde. Ama bu kişiyle ilgili çok da değildir. Özgüvenli insan kendisini biraz zor küçük hisseder. 


Belki arkadaşlarımız da bizim gözümüzde onu küçültüp, bizi ondan soğutmaya çalışırlar. Oysa ki bence çok yanlıştır bu. Ben bunu yapmıyorum. 

Ben sevdiğim kimseyi bir anlık küçültmemekten yanayım. Bu kimseye bir kazanç sağlamıyor. Sadece eksi ve artı her şeyde var. Bunların dengesini, hesabını yapmak lazım. 


Oysa ki insan ya sever ya sevmez. Kendimize cesur olmak lazım. Herkesin sevdiğimiz, sevmediğimiz yönleri vardır elbette. Kimse istediğimiz gibi mükemmel olamaz. Bizim aradığımız hep söylediğim gibi, katlanılabilir yani artı yanları eksilerini götüren bir partner bulmaktır. Yani sevdiğin yönlerini o kadar seversin ki gözün razıdır her şeye. Zaten razı olmayacaksan hep yalnız kalırsın. Harcarsın herkesi elinde, gerçekten sevgi ve birliktelik nedir öğrenemeden ot gibi yaşarsın. Ot gibi yaşamak gerçek sevginin bağlılığın tadını hiç öğrenememektir bence. Yani onunla bununla şununla tozmak skor peşinde koşmak yaşamak değil, hiçbir şey anlamadan ot gibi yaşamaktır. Çünkü en temelde hepimizin dileği sevgi, sevilmek, sevmektir.Hepimizin ilacı budur. İlacını almak istemeyen bir çocuk olmak o çocuğu aç ve hasta kılar, büyütmez. 


Bir insandan nefret etmek, onu hatırlamak, yanında taşımak demektir.

Onu affedip azad etmek, moving on dediğimiz şeyi doğurur. 


Ben kimseden nefret etmiyorum. Düşünüyorum kaç gündür. Evet,  kimseden… Ben pamuk gibi insamışım ya düşününce. En bana zarar vermiş kişilerden bile… Sevmezsen, hayatında tutmazsın bu kadar basit. Neden bu kadar basit olamıyor peki? Çünkü seviyorsun. Hem de korkakça. YOU FUCKING LOVE HER/HIM AND YOU CANNOT EVEN CONFESS IT. 


Sevsen de hayatından çıkarabiliyorsun. O da ayrı konu. Bazen işler yolunda gitmiyor ve katlanamayacağın biri olduğunu düşünüyorsun ya da katlanmanın gereksiz ve adil olmadığını düşünüyorsun bu hala sevmediğin anlamına gelmiyor.



Neden sürekli bokladığın birini unutamaz insan? 

Söyleyeyim, kendisini sevemediği için. Kendisinin sevilecek biri olduğunu içten düşünemediği için.  İnsan kendisini severse kimseye bağımlı olmaz. 

Kendisini severse bağımlı olmadan hastalıklı olmayan bir sevgi bulabilir. 

Bağlı olmaktan bahsetmiyorum, bağımlı olmaktan bahsediyorum. 



Yani abicim, delikanlı bir kadınımdır. Ne varsa içimde, dışımda da odur. 

Birini severim söylerim. Sevmem söylerim, uzağımdadır. Ya seversin ya sevmezsin. Ya sever ve güzelliklerine hayran hatalarına razısındır.Ya sevmezsin umrunda da olmasın… 


Gerçek sevgi hastalıklı bir şey değildir. O hastalıklı durumlar kişinin error’leriyle ilgilidir. Gerçek sevgi kısa devrelerden arınmış,  güvenli sevgidir. 



Not: Kimseye ithafta bulunmadım. Kimseyi kastederek yazı yazmadım. Kimseyi bu yazının odağına yerleştirmedim. Tamamen her yazımda olduğu gibi, genel kendi kendime düşündüğüm, yazdığım düşüncelerimdir. 


Read More

11 Ocak 2018 Perşembe

Hayat bu, gelir, başedersin, geçer.

Bence; her birimiz biriciğiz. Her gün başka bir gün ve yaşayan başka bir ben. Hiçbir yarış belki de eşit ve gerekli değil. Kendimizle yarışmak bile bazen...Her performans günü dış etkinler farklı, içimde olanlar farklı, bedenimde olanlar farklı... Kendimi hangi güne göre yenebilirim? Hangi günüme göre kendimi eşitleyebilirim ki? Her hatam benim yüzümden mi?  Bugün nasıl hissettiğim, çevremde olanlar, karşımdaki kişinin mutluluğu, sahne içindeki her şey, her şeyi değiştirebilir. Bu sebeple ne hiçbir hata sadece benim, ne hiçbir başarı... Bu sebeple belki kendimle, yani her gün başka olan bir benle yarışamam ama sınırlarımı aşabilme tekniklerimi geliştirebilirim. Kaosla mücadele etme skillerimi geliştirebilirim ve bana gelen düğümle gole çevirmek üzere başa çıkabilmeyi geliştirebilirim ancak. Çünkü hayat bu. Gelir, baş edersin, geçer.

Read More

24 Aralık 2017 Pazar

Dudi’den öğreneceklerimiz var

Dudi, koltuğun tepesinde baş ucumda, ben sıcak su torbamla koltukta hasta yatarken, durup birden Dudi’ye olan sevgimin bana öğrettiklerini düşünmeye başladım. Hayvan sevgisini insanlara olan sevgiden ayrı değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ama Dudi, artık 6 aylık olduğu için tabiyatıyla yüksek yerlere sıçrama becerisini kazandı. Dolayısıyla bugün de yaptığı gibi mutfak tezgahına da zıplama yaramazlığını da yapıyor. Kedili evler sanırım zaten bu kaçınılmaz davranışı doğal karşılıyorlar. Fakat bizim adı gibi deli olan önceki kedimiz Loco mutfağından kapısından bakıp hiç içeri girmemeyi öğrenmişti. Ama bu bir istisna kediler istediklerini yapan karakterdedirler. 

Bizim Dudi’miz de doğasının gerektirdiği gibi yapabilme yetisini kazandığı günden beri önce koltuğa çıkabilmeye başladı, masaya, en son mutfak tezgahına, pencerenin kenarına derken  zor yakaladım aşağı bakarken, kalbim dört nala koşmuş gibiydi. Ayakkabılar arkadaş severmişcesine sevgiyle ve yakınlıkla yer alıyor Dudi’nin hayatında. Ayakkabı dolabında o da bir ayakkabıymışçasına yerini alıyor. Bağcıklar, sarkan her ip, sarkan her püskül oyuncak. Kablolar dişlemelik şeyler. Kulaklığımın, elektronik aletlerimin kablolarını diş izleri bırakarak koparmış. Artık saklamaya çalışıyoruz. Bunlar dışında çok uslu. Dünyanın en tatlı kedisi. En tatlı ve masum isteğini yerim onun; ödül mamasının ambalajını ısırmış ısırmış, full diş izlerini bırakarak açmaya çalışmış, ama çabalarına rağmen sonuca ulaşıp yiyememiş. Ya gel de gülme, gel de yeme bu bebişi... Dayanamamış, çok yemek istemiş ödülü. Görünce verdim grr-layarak mutlu mutlu yedi tabii. Sadede geliyorum. Ben nasıl kızayım bu kediye? Nasıl? Doğasında var tırmanmak, akrobat olmak, her şeyi merak etmek, sallanan her şeyi potansiyel oyuncak sanmak, kuşları görünce heyecandan sesler çıkarmak dışarı çıkmak istemek, ne yediğimi merak etmek, koklamak istemek... Ben, o bunları yaparken insanlara ters bir şey yaptığının farkında bile olmadığı bir şey için nasıl kızayım? Hayır diye kızarsam, istemediğim şeyleri öğrenir tabi elbette ama o bir kedi. Ben insanım. Bunu unutmamalı. 

Ve herkes için geçerli; yanlış yaptığını bilemiyorsa ona kızarken biraz daha düşünmeli. 

Sevdiğimiz insanlara da bazen sevdiğimiz için daha çok kızıyoruz; önemsiyoruz çünkü. Ama hataya, istenmeyen davranışlara kızmamayı, anlamayı denemeliyiz. İşte Dudi’mi anlıyorum. 

Kucağımda durmak istemediğinde, bırakıyorum. Asla zorla sevmiyorum, yani zorla kucağımda tutsak etmiyorum. Onu bir kedi gibi değil, hassas bir insan gibi seviyorum aslında.  

Özgürlüğünü kısıtlamaya hakkım olduğunu düşünmüyorum. Ne zaman isterse yanıma gelir, ne zaman isterse gider, sever, sevdirir... 

Kedim benim çağrışımlarla ilişkileri sorgulamama neden olmuyor değil. Lakin, dostlar, kediniz olsun, yorucu ilişkiler olmasa da olur. 


Sezen Aksu’nun dediği gibi

“Bir kedim bile yok anlıyor musun?” demeyin

Bir kedi arkadaş edinin. Ve ona çok iyi bakın. 

Read More

26 Ekim 2017 Perşembe

Kalabalıktaki yalnızlara...

Sevgilisinden ayrılan bir arkadaşınızı illa o zaten şöyleydi böyleydi diye yerip, arkadaşınızı yüceltmeniz mi gerekir? 

Kimse kimsenin ayakkabısında değil aslen. Ve hiç kimse ya da hiçbir şey mükemmel değil. Sadece kusursuz sevebilene sevdiği kusursuzdur. 

Ego boost için koltuğunuzu yükseltin. Bir Hintli’nin sırtına ayağıyla basıp deveye çıkan bir hıyardan farkınız olsun. 


Bir insana olan bağımlılığı yok etmek için, o insanı gözünde küçültmek, yersizce kendi çapında aşağılamak mı gerekiyor? 

Yoksa kendine dönmek ve tek başına bir bütün olduğunu kendine kanıtlamak mı? Neden yarım hissettiğini sorgulamaktır doğrusu. Kimse yarım değil. Kimse kimseyi tamamlamıyor. Herkes ayrı bir dünya. Herkes ayrı bir özel parça. Tüm evrende bütün bir nokta. Güzel bir parça olmaya bakın. Ve bu noktalar birbirine aslında bağlı. Başka noktalar da bizim varlığımızı etkiliyor. Bizim titreşimimizi etkiliyor. Hepberaber bir bütün daha yaratıyoruz. Her birimizin nefesi aslında bir. Ve aslında hepimiz düzene ve sisteme uyan ve uymayan renklerimiz ve kalitelerimizle birer ayrı birey, birer ayrı insanız. 


Bir girl-band üyesi olmuş olmamın bana düşündürdüklerini görülebilir kılmak isterim; herkes birer farklı parmak, bir elin 5 parmağı gibi. Herkesin kendi özellikleri var. Herkesin farklı bir boyu, kavrama yetisi... ve aslında her biri tek başına bir parmak. Ve her parmak işini çok iyi yaptığında, ancak bir araya geldiklerinde iyi bir piyanist eli olabilirler. Her parmak önce kendisi bireysel ve bağımsız olarak iyi bir mucize olmalı. Ve sonra bütün olarak bir mucize olmalılar. Ekip işi olan her şeyde bu böyle. Kimse kimseyi tamamlamıyor aslında. Evet birbirimizin yardımıyla mucizeyi başka yerlere taşıyabiliyoruz, başka bir elle birleşince alkışlayabiyor, tempo tutabiliyoruz. Ama herkes önce bir bütün olmanın güvenini bulmalı. Ben! Burdayım. Ben burada var oluyorum. Şimdide. Burada. Ayaklarımın üstünde. Ben bir bireyim diyebilmeli. 



Kimseyle de collaboration yapma zorunluluğunuz yok. Siz yapmasanız da, yine de büyük resimde onlar varlığınızın yanında titreşecekler. Ama kimse en yakınınızda, alkış tutmak için sizinle yan yana olmak zorunda değil. Siz seçimlerinizi yapmalısınız. Önce kendinizle ilgilenmeli, kendi bütünlüğünüzün tınısını yakalamalısınız. Bu anlattıklarım bir müzik grubundan yola çıkarak düşündüklerim değil aslında. Ama her şey bir müzik grubundaki gibi işliyor diyebilirim. 

Bu genele uyan bir şablon. Gözlük gibi takıp bu pencereden bakarak yaşamadıkça, hayat yarım, siz yarım, ortaya çıkan resim yarım, ressam yarım... O yüzden önce kendinizle ilgilenin. Kendinize dönün. Bir de güneşe... Siz güneşe dönerken, kendi ayaklarında duran yanınızdaki tüm ay çiçekleri de sizle uyum içinde olacaklar. 


Bana soruyorlar grup müziği mi, solo olmak mı? Ben zaten hep hem soloyum, hem de grubun parçasıyım. Bu hiç değişmedi buradan bakarsak. Şimdi de grupta müzisyen arkadaşlarımızla bir parça ortaya çıkarıyoruz. Ekibimiz arkamızda... Ne zaman solo olabilirim? Ben hep solo olarak bir grubun içinde var oluyorum. Ben hep solo olarak ve evrenin bir parçası olarak var oluyorum. Hem aslında yalnızım hem de yalnız değilim. Hepimiz öyle... Gerektiğinde yalnız, tek vokal kalabilmektir bütün olmak... 


Diyeceğim o ki; güneşin güzel ışığını aldığınız yöne dönün, toprağı köklerinizle kavrayarak... Ve kalabalıktaki yalnızlığınızın keyfini sürün... 

İnsan ancak o zaman var. Resimde o zaman renkleriniz parlak... 

Read More

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Sevgi anlaşmak değildir ama nedensiz sevilmez.

Hislerin nedenlerini araştırmak farkındalığa açılan bir kapıdır. Değişim, çoğu zaman farkındalık ve kabul ediş var olduğunda gerçekleşebilir. Sevgi anlaşmak değildir, evet katılıyorum. Sevdiğin biriyle anlaşamayabilirsin. Ama yine de seversin. Fakat nedensiz de sevilir kısmına inanmıyorum. Her şeyin bir nedeni hatta nedenleri olduğu gibi sevginin de nedenleri vardır. Sebep aramak değil, siz arasanız da aramasanız da nedenler vardır. İnsan " ben bu kişiyi neden seviyorum?" Ya da "ben bu eğlemi neden seviyorum?" diye kendine sorduğunda bunun cevabını bulamıyorsa orada büyük bir körlük, düğüm, şuursuzluk vardır. Kimi neden sevdiğinizi bilmiyorsanız o kişilerin değerini bilmenizi beklemem. Güneş var gece göremesek de… O yüzden sevgimizin nedenlerini bulamamak, olmadığı anlamına gelmez. İnsan ben bu kişiyi seviyorum çünkü diye başladığında binlerce madde sıralayabilir. Kimi zaman daha az… Aramak yeterli, hepsini bulmak mümkün de değil zaten ama mutlaka küçük, büyük doneler bulunacaktır. Sevmeyi sevmek bile sevginin nedenlerinden biridir. 

Papyonu neden sevdiğimi bilmiyorum dedi birisi,  bir nedeni yok dedi. Neden olmasın? Cevabı belki de şudur, kravattan daha sempatik geliyor. Herkesin taktığı bir şey değil, kendimi özel hissediyorum, şekli gözüme hoş görünüyor, bana hediyeyi hatırlatıyor, izlediğim sevdiğim bir filmdeki karakter takıyordu bana o hissi hatırlatıyor, daha modern duruyor, çünkü papyon takan birini beğenmiştim kendimi onunla özdeşleştirdim. Atıyorum. Alt kat tarafı bir papyon. Bir insan söz konusu olduğunda bu cevap daha da ilgi çekici hale gelmez mi? Aramamak korkmaktan olabilir mi? 



Kişinin sevdiğiniz özellikleri yanında önemsiz ve katlanılabilirliğe razı olduğunuz küçük noktaları da olabilir. Kimsenin mükemmel olamayacağı gibi, her şeyin ve kişinin de negatif ve pozitif tarafları olacağını göz önünde bulundurmak gerekir. Lakin, bizim o kişiye olan sevgimiz, küçük dikenlerini önemsiz kılar. Bunların farkında olmadığınız bir sevgi ne sizin kendinize yakındır ne de sevdiğinize... Sevmek güzeldir. Neden sevdiğini görebilmek daha da güzeldir. Kendini tanımaya çağırır. Nelerin nasıl hissettirdiğini, neyin sizin için mutluluk aracı olduğunu bilmek kadar aydınlık veren bir güzellik olabilir mi? Bazen sevgimizin nedeni ya da sevginin odağı yanlış ya da zarar verici olabilir. Bu durumda vazgeçmemiz gereken sevdalarımızı da bu yolla bırakabiliriz. Çünkü sevgi kendine acı çektirmekle ilgili değildir, acı çektiğiniz bir ilişkiye katlanmak değildir. Bu hastalıklı bir şeydir.

Nedenden sonuca gitmektense, doğal hislerin takibinden köke inmek gerekir. Bir sebebe tutunarak da insan sevemez mi? Yani elinde bir sebep tutup, ben bu insanı emek vererek seveyim diyerek, ya da hiç gerçekten sevmeye niyeti yokken çıkarlar doğrultusunda ilerlerken çıkarcı insanlar sevmiyor mu? 

Bu biraz yine düşündürdü beni, ama vardığım sonuç şu:  Ufacık bir sevgi, beğeni kırıntısı bile varsa ancak sevebilir, bu sevgiyi büyütebilirsin, farkında olmamak bile sevmediğin anlamına gelmez. 



Herkesin sevilecek yanları vardır. Sevgi her canlının ihtiyacı ve hakkıdır. Sevilecek güzellikleri görememenin nedenleri sevemeyenlerdedir. Ve evet hümanist, doğa canlısı olmak güzeldir. Bunun yanında herkesi sevememek de insanidir. Herkes sevilebilir, hak etmediğini düşündükleriniz bile sevgiye muhtaçtır. Fakat sevgiyi kazanmak, emek vermek, layik olmak da gerekir. Anlayabildiğimiz kişilere merhamet duyarız. Merhamet duyduğumuz kişileri istediğimiz gibi olmasalar da kabul edebilir, sevebiliriz. Çoğu zaman hayatımızda kalmazlar, çoğu zaman kabul etme aşaması yeterlidir sevemeyiz. Kimi zaman da takıntı haline gelir. Kimi zaman kabul etmek de istemeyiz ki bu da insanidir. Sevmeyi sevmek de bir nedendir. Ama neden o kişiyi sevmeyi sevmek sorusunu da buna bağlamakta fayda var.



Sevmeyi bilmek mühim olan. Ne yazık ki, gerçek ve doğru sevgi diye bir şey var. Her bireyin biricik olduğu gibi herkesin de sevgi tanımı farklı olabilir. Herkes sevgiyi tadını etkileyen yanındaki side dish’ler ile karıştırıp, jerm’leri ile dengesizce asılsızlaştırıp yanılabilir. Belki sevginin tezahürü herkes için farklı olabilir ama gerçek, doğru, sağlıklı, güvenli salt sevgi birdir. Sevgi hastalıklı bir şey değil. Sevgiyi hastalıklı hale getiren, travmalar, algı bozuklukları, düşünce bozuklukları, özdeğer eksikliği, özgüven eksikliği, kültürel faktörlerin baskıları vs kanımca. Her sokak kedisinin zorluklar yaşadığını bildiğimiz gibi herbir insanın da zorluklar yaşadığını, bunun insanlığın bir parçası olduğunu bilmek gerek. Hepimiz her şeye farklı anlamlar yüklüyor, farklı komutları farklı kodlar haline getiriyoruz, kalıplaşmış şablonlar öğrenmiş oluyoruz. Fakat düzgün, güvenli, sağlıklı düşünebildiğimiz, hissedebildiğimiz, algıladığımız bir dünyayı biz yaratabiliriz. Kendimizle ilgili kalmamız gerekir bunun için.  Neyi neden sevdiğinizi, ne hissettirdiğini, doğru olup olmadığını bildiğimiz ve doğru çizgide kaldığımız bir hayat diliyorum. 


Her şeyden önce kendinizi sevmekle başlayın, sevmek güvenlidir, sevmek güzeldir. Siz sağlıklı bakabildiğiniz sürece. 


Read More